Huzursuz Yankı
Yoklukta inşa edilmiş binlerce duvarlı, soğuk çelik katmanlı, acı mı acı sur yükselir benliğimin çeperinde, kan, tükürük, diş gıcırtısı harcı. Çetin ve hırçın görünür çehresi, inan bu surların mahzeni bana da yabancı. Elinden tutup gezdirebilirim nefesinin yettiğince, Sidretu'l-Münteha'dan sonrası bana da yalancı. Uçuyor hissetiren bu düşüş, kundakta ölen bebekler, bir noktadan sonra her yer sancı. Cennet tahayyülüm, aklımda şifalı bir hancı. Upuzun, bembeyaz çarşaflar parlak gökyüzünün gönlü bol bulutlarından dökülüyor yüzüme öpercesine. Süzülüyorum, ayağımın altı sonsuzluk. Şakaklarımda kıvrılan kalbi kırık saçlarımı rüzgar dalgalandırıyor. Beyaz alev tomurcukları, kainatı altından tutan kökleri ve göğü taşıyan dalları, gürgen ağacı. Elçiye görünen Tanrı silüeti, varlığın ve varolmuşların tacı, sana sevgiyle gelmek isterdim, kalksaydı üstümden insan olmanın verdiği acı. Tırmanılması gereken bir çukur olarak aşk. Dibe gelince ters düz eder, yosunlu taşlar göğü öpen ağaç, ıslak...