Karalama Kampanyası - Akıl Sabitleme Çabası 3

    Bu yazıyı, anlatsam herkes anlardı bana anlatmadan anlayacak birisi lazım diyen, zihnindeki geceye güneş doğmayan bir grup karamsar insana ithaf ediyorum. Onlar kendilerini bilmiyor. Benlik bilinci zor bulunan bir şey. Bunu biliyorsunuz.

İnsan nedir, manası nedir, kapitalizm bizi nasıl öldürüyor laiklik ilkesini tekrar tartışmaya mı açmalıyız? Evvelden yazdığım her konuyu kenara bırakayım, biraz boş bırakalım zihni. Çok fazla kurgu ve tasarı yapınca yazdığın yazı seni tasarlamaya başlıyor.

                                             charlie day gif ile ilgili görsel sonucu

Yalnızlık

Aşkın hakkında yazılıp çizilenler ilk on listesinde ilk sırada olduğu su götürmez bir gerçek. İkinci sırada da yalnızlık geliyor, çünkü aşk (sevgi) varlığı ile birinci yokluğu ile de ikinci sıradadır. İşte aşk öyledir varlığı yokluğu derttir.

Yalnızlık dalga dalga gelir vurur çoğu zaman. Buradaki dalga metaforundan da anlaşıldığı gibi yalnızlık adamı boğar. Yazarın dediği gibi seçilen yalnızlık olgunlaştırır, içine düşülen yalnızlık çürütür. Akıl sabitleme çabası da, içine düştüğü yalnızlığı kucaklamaya çalışan, çürümektense olgunlaşmaya çalışan bir gezgin aklın hikayesidir.

İnsan gerçekten yalnız kalabilir mi? Kalmaz aslında. Hiç kimseyi bulamazsa kendini ikiye böler, kendi kendine konuşur. Bu kendi kendine konuşmayı bir delilik emaresi olarak piyasaya kim sürdüyse kendisini şiddetle kınıyorum. Kendi kendine konuşamamaktır asıl delilik. Hatta akıl kıtlığıdır. Lütfen sık sık kendinizle konuşun.

Değerler

Son zamanlarda Dücane Cündioğlu ve onun çizgisindeki bir takım insanların bazı sosyal platformlarda sık sık hakikat ve değerler üzerine AĞLADIKLARINI görüyorum. Öyle yaparak hakikate ulaşılmaz, ah insan ne büyüktür, yaşasın değerlerimiz tarzı yönü belirsiz, tanım içermeyen ağıt yakmalar Twitter'da habire popüler oluyor. Şimdi, bir istikamet sahibi olmadan eleştiri yapmak, teklif edeceği bir değer olmadan mevcudu yermek entelektüel insanların sık sık başvurduğu bir ağlama yöntemidir. Dücane reis sürekli hakikate ağıt yakıyor, İslamcıları eleştiriyor ve ayarsız saptamalarda bulunuyor. Peki, biraderler, nedir bu hakikat? İslamcılar kim oluyor? Hangi toplumun neyini saptıyorsun ve nihayetinde senin duruşun hangi aşkın değerin yolunda pozisyon almıştır ki sen yolunda olmayanları eleştiriyorsun? Zaten eleştiriler de bir alem.

Ay çok üzülüyoruz.
Şiddetle kınıyoruz!
Yapmayın lütfen...
Yapıcı olmaya davet ediyoruz.

Yani herkeste bir bebek katleden İsrail'i kınayan Avrupa Birliği edası var. Oturduğu yerden duygu yaşıyorlar sadece. Bak yazdıkça sinirlendim.


Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri ve Transendental Metafiziğe Giriş

Şaka şaka. Bir iki ben çok biliyorum imajı veren kelime kullanıp aklınızı dağıtmak istedim. Devam edelim.


Kimlik kim?

Bir de kimlik meselesi var. Cüzdana sığsın diye kenarlarını kesmiştik şimdi cüzdana koyup çıkarırken cart curt ses çıkarıyor. Yeniletmek de istemiyorum. Hükümet çip koymuş yeni kimliklere, nerelere gittiğimizi takip ediyormuş. Evden çıkmayan hayatsız bir veledin teki olduğunuz artık MİT dosyanıza işleniyormuş.

Yok o değil derdim. Elime telefonu alıp internette dolaşmadığınız zaman kimlik sorununuz yok aslında. Lakin naçizane iyi niyetinizle girip bir iki haber okumaya kalktınız zaman ülkenin ekseriyetine yayılmış kimlik bunalımı şak diye suratınıza yapışıyor. Bu kimlik bunalımı zaten yaygın değilmiş gibi bir de her gördüğünü bu bunalıma çekmeye çalışan hastalıklı bir zihniyette mevcut. Kulağınızın açıklık derecesinden tutun, yükseleninizin bu hafta yaptığı Merkür retrosuna kadar en ufak bir şeyle çalkalanıp duran kimlik kavanozuna sizi çekiyor, etiketi vuruyor ekran görüntüsüyle yandaş sayfalarda paylaşıyorlar.

Mesela benim sürekli merak ettiğim bir konudur islamcıların sınıflandırılması. Çünkü ben hangisine giriyorum merak ediyorum. Sınıflandırmaları yapalım sonra sınıfımızı seçelim hadi;

Kudüs davası zihnimin bir köşesinde daima durur: Siyasal İslamcı
Beşeri hukuka olan inancım sıfır, ilahi hukuka güveniyorum: Şeriatçı
Arapları ne severim ne sevmem, altı üstü bir ırk: Pan-İslamcı
Suriyelilere acıyorum, ölümden kaçıp bize sığındılar: Arap sevici
Her şeyden evvel inanç kul ile Rab arasında başlar: Liberal Müslüman
Müslüman kadınların açık saçık giyinmesini yanlış buluyorum: Yobaz

Daha liste gidiyor ama benim de yiyebileceğim lincin bir sınırı var. Şu yazdıklarım için yiyeceğim lincin etkisi geçince kalanları sayarım.

Velhasıl kelam kapı çarpıp çıktığı için özür dileme zorunda kalan öfkeli bir ergen gibi davranan kimliksizler, sizi de kimlik kazandırmak suretiyle kimliksizleştirirler aslında. Çünkü etiketi bir vurdu mu yaptığınız her iş o etiket içinde kalır, etiket dışına çıkmaya çalıştığınız zaman da yozlaşmayla suçlanırsınız. Kimlik siyaseti yapanlara bir bakın, hepsi omurgasızlar sürüsü.

Uzak durun ahali bunlardan. İşiniz mi yok sanki. Youtube'da günlük geçirdiği zaman dilimini üç saatten iki buçuk saate düşürmeye çalışan elemanlara katılın. Ne güzel hiçbirinin beyni yok.


Etme ve Eyleme

Bu iki kelimeyi art arda acıklı bir sesle söyleyince konakta çekilen aşiret dizisinde ailenin delikanlısını cinayet işlemekten alıkoymaya çalışan, uzun beyaz örtüsünü eğer gibi kafasına geçirmiş yaşlı bir ağa karısı oluyorsunuz ama konumuz bu değil.

Etmek ve eylemek insanın dilden bile önce gelen temel dışa vurumudur. Kendini ifade etme, anlatma biçimidir. Amaçsız eylem kat'iyen yoktur. Aksini iddia eden yoruma mail adresini bıraksın. Hodri meydan.

Eylediğimiz her fiil içinde yaşadığımız anlam küresinin temsilidir. Bu anlam kürelerimiz diğer anlam küreleri ile etkileşim içindedir ve böyleye eylediğimiz her iş diğer eylem kürelerine sunduğumuz bir tekliftir. Özellikle kamusal alanda ayyuka çıkan bu teklif işi çoğu zaman bilinçsizdir, bilinçli yapana aktivist denir.  Yani, yaptığınız her işte fikrinizi dışa vurmuş, hayat tasavvurunuzu yansıtmış oluyorsunuz. Çünkü siz kendi emelleriniz bireysel amaçlar doğrultusunda eyleseniz de eylemlerinize tanıklık eden diğer anlam küresi sahipleri ile istemsiz olarak etkileşime giriyorsunuz. Yani odanızın kapısı ve pencereleri sıkı sıkı kapalıyken elinizdeki çöpü yere yatıp üstünde yuvarlanmanız ancak sizi bağlar, ve ruh hastası olduğunuzu gösterir. Lakin kamusal alanda, elinizdeki çöpü yere attığınızda, çevreyi kirleten bir hödük olmanıza ek olarak çevreyi kirletme fikrini de saçmış oluyor, diğer insanlarla manevi bir çatışmaya giriyorsunuz. Bunun aynısı kara çarşaf giydiğinizde de geçerlidir diz üstü şort giydiğinizde de. İnsanlar arasındaki çatışmanın temel nedeni budur. İnsanla size saf giydiğiniz bir kıyafet yahut eylediğiniz bir başka eylem için bilenmez, temsil ettiğiniz değer dünyası için bilenir.

Dedikten sonra,bu yazıyı burada bırakalım ki yazarın can sıkıntısında oturup blog yazdığı belli olsun. Aslında yazmaktaki temel amacım kendi düşüncelerimi bir düzene koymak ama bunu yaparken elimde insanların suratına vurabileceğim bir yazı dizesi neden olmasın?

Sahi insan neden yazar? Bir sonraki yazının konusu bu olsun.

Hadi selametle.

-Emre Erdoğdu

Yorumlar