Akıl Sabitleme Çabası 2

Merhaba! Bu yazıya başlamadan önce geleneği yerine getirip serinin ilk yazısını şuraya bırakalım. Parmaksızlar tıklamasın.

Akıl Sabitleme Çabası 1


Peki bu yazı ne anlatıyor? İlk yazı ne anlatıyorsa onu. Temelde hiçbir şey. Aramayanlar için her şey. Kendini anlatmak isteyen bir yazıdır bu ama dil sınırlıdır ve gerçek benlik bilgisi aktarılamaz. Wittgenstein'in reyiz de ne diyor felsefe dilin kusurlu olmasından doğmuştur diyor. Yani bu yazı temel de bir şey anlatmıyor olabilir. Ne halt yemeye yazıyorsun o zaman diyebilirsiniz. Şöyle derim ben de; insanın içindeki mana arama güdüsü ve aşk yazdırıyor. Vira bismillah.


Aşk

Genç bireylerde, beyindeki kimyasalların da etkisiyle, yaşanan genetik bir reaksiyon, kanat çırpan bir kırlangıç. Bir nevi körlük. Kusurların standartları öteye ittiği, var oldukça tahtın tek gerçek varisi kalacak duygu. Gerçekten, aşk kadar insanın gerçeklik algısını bozan başka bir şeye şahit olmadım.

İlk evresi tabii bu bahsettiğimiz. Sonrası sevgi, bağlılık, çoluk çocuk, kavga, dram, git babanın evinde yat ve hayatım ben kilo mu almışım. Vesaire vesaire. Daha bir çanta dolusu klişe laf. Ama şuna dikkat kesilin. Birbirlerine kör kütük aşık olan liselilerin ilerideki evlilikleri, duyduğum ve gözlemlediğim kadarıyla, hep bir uyanış. Hep bir tekrar tanışma. İnsanlar evlendikten sonra değişiyor mu yoksa sizin mi gözler açılıyor? Ey liseli aşıklar cevap verin. Nedir bu haliniz?





Beşeri aşktan sıyrılalım şimdi. Direkt klişeye kayıp manevi aşk da demeyelim. Kuşatan aşka bakalım. Hem maddeyi hem manayı kavrayan aşka. Yani bir annenin çocuğuna sevgisi de aşktır. Temelde güdümü belirsiz yoğun sevgi hissiyatıdır aşk. Sonradan, güdüm kazanınca ha sevgi imiş dediğimiz mefhum. Peki kökeni nedir aşk diye girsem anlatmaya başlasam klavye aşınır. Ki o kadar donanımlı da değilim.

Kuşatan dedik ya, mana zaten aşkın kendisidir o yüzden maddeyi nasıl kuşattığına bakalım. Sanat felsefe edebiyat ve müzik gibi zaten mana dolu şeyleri bırakıp tek düze ilerleyen manasız şeylerin aşkına bakalım. Mesela kapital sahiplerinin açtığı fabrikalarla her biri birbirinin aynı binlerce üründeki aşk nedir? Kapital sahibinin paraya olan aşkıdır. Sırf bu aşkı için üretimdeki aşkı öldürmüştür. Üretilen şey manasızlıktan acı çeker çünkü kendi payını başkası almıştır, kapital.



Şimdi her biri birbirinin aynı elbiseleri giyip, manasızlığı seciyesine tecelli etmiş yemekleri yeyip, adam değil militan yetiştirmek için verilen eğitimden geçip kendimize mana sahibi diyebilir miyiz?

Şaşıracaksınız belki ama evet, diyebiliriz. Allah, ki gaybın bilgisi ondadır, en çok da bu günlerde ihtiyacımız olan mana mefhumunu benlik bilincine koymuştur. İnsan da bu benlik bilinci aklını kullanarak kendilik bilincine dönüştürür. Peki benlik ve kendilik arasındaki fark nedir? İhsan Fazlıoğlu'nun deyimiyle şudur;

''....Kendilik, benliğin tersine, elden geldiğince ben'in bağlantılarını, ötekileri dikkate almaksızın kişinin kendisine ilişkin derin idrakidir.''

-Hangi eserinde geçiyordu hatırlamıyorum.-

Hoca çıkış noktasını vermiş bize de dallandırıp budaklandırmak gerekir.

Kıyafet demiştik mesela. Manasız kıyafetler. İnsan bu kıyafeti giyip yine de mana sahibi olabilir. Merkezinde durduğu, aklıyla çizdiği kendilik sınırına giydiği kıyafeti dahil etmez, bir başka deyişle kendisini giydiği kıyafet üzerinden tartmaz ise çuval giyse bile mana sahibi olabilir. Kafaya huni geçirmek mantıklı gelmeye başladı mı şimdi?

Yani mana dıştan içe bir kuşatma değil içten dışa bir dışvurumdur. Kendi anlama ve hissetme alanına yüklenir. E paşam demesi kolay nasıl yapılıyor diyenler için tarifimiz geliyor.

Evvela, derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur sözüne paralel olarak şunu demeliyim ki kendiliğinizi üstüne bina ettiğiniz ben'lik bilincinin nasıl ortaya çıktığına inanmak işin anahtarıdır. Evrimden geldiğini düşünen insanlar için mananın ölçütü maddedir. - Tanrı insanı evrimle yarattı diyenin ağzına tavayla vururum- Maddeden geldiğine inanan insan evlatlarına saygım sonsuz (yersen) lakin maddeden geldiğine inananın ölçütü de maddedir. Tanrısı ölen insanın zaten gidebileceği iki yol vardır biri de maddeyi mana seçmek yani manasızlıktır. Diğer yolda insanın tanrılaşması olarak diyebileceğim (çarpılmama şu kadar kaldı) kendi değerlerini yaratma çabasıdır ki babası da Nietzsche paşadır.



İnsanın kendi değerlerini kendisinin yaratabileceğine inanmıyorum, onu başka bir yazıda inceleriz, o zaman insan kendi değerlerini ne üzerinden tanımlar diye soralım. Cevap; Tanrı. Tanrı ama basiretsiz akıllarda sadece tapınmak olarak beliren tanrı değil. Tanrı yani tanrı; aşk, mana, hissiyat, keşif. Sadece akılla kavranan Tanrı da değil. Çünkü akıl amaç değil araçtır, tüm hayatı yönlendiren kendisi de olsa o da bir yoldaşa ihtiyaç duyar. Bu da yoldaş da vicdandır, hissiyattır.


Alain de Botton'ın Felsefenin Tesellisi adlı kitapta Avrupalıların yeni dünya yerlilerine yaptığı zalimlikleri anlattığı kısım bu konuda tüyler ürpertici. İspanyolların yağmalamaya giderken yanlarında getirdikleri bir doktor oranın yerli kadınlarını muayene ettiğini, kadınların adet görmediğini ve bu yüzden insan sayılamayacağını iddia etmesi gibi, sadece akıl ile ilerleyen manasız eylemler orada yapılan katliamlar gibi büyük facialara yol açmaya mahkumdur. Çünkü, akıl evet çok güzel herkes aklını kullansın ama hangi akıl? Sınırı var mı aklın? Bir akıl sahibi öbür akıl sahibinin öldürülmesini makul bulur ve yeterli sayıda akıl sahibini de buna inandırırsa adam öldürmek makul mu sayılacak?

Başka bir deyişle, hem iyiliğe hem kötülüğe meyletmesi aklı tehlikeli yapıyor. Kant'ın düşünmeye cesaret et sloganının tehlikesi  de burada yatıyor işte. Aklın amaç değil araç olması. Skolastik düşüncenin tehlikesi de düşünmemek de yatıyor. Ne halt edilecek o zaman? Hem akıl hem vicdan hem de hissiyat ile hareket etmek. Bir iş yapacağınız, bir fiil eyleyeceğiniz zaman hem aklınıza hem vicdanınıza hem de hissiyatınıza uygun düşmesi gerek. Eh, bu da çok zor. Zor ama başka insancıl bir yol yok. Böyle yaşamak zorundayız. Böyle yaşayalım ki aklımız sabit kalsın. Çünkü benliğin bu üç taşı, akıl, vicdan ve hissiyat bir arada uyumlu olarak ilerlemez ise içten içe duyduğunuz rahatsızlık ve huzursuzluk asla dinmez.

                              logic gif ile ilgili görsel sonucu


    Sabit kalmanın bir diğer gereksinimi de harekete açık olmaktır. Tezatlık yok burada. Hayatınıza giren her değişime olumlu yahut olumsuz bir cevap verecek kadar harekete açık, hareket edince başladığınız yeri kaybetmeyecek kadar da sabit kalmalısınız. Çünkü aklın hak ettiği gerçek sabitlik sınırını ancak sınırları aşarak bulabiliriz. Yeni sınırları çizmek içinde her daim ileri bakmalı, başladığımız noktayı da ezberimizde tutmalıyız. Mevlana asılar öncesinden sunduğu pergel metaforunda bundan bahsediyordu sanırım. Benim tek yaptığım kadim bilgeliğimizden bir parçayı sizinle paylaşmak.

*Yazar notu: Metafor kelimesinin Türkçe karşılığı eğretileme imiş. Hayatında eğretileme kelimesini cümle içinde kullanan var mı?

Bağlılık

Bu başlığı büyük adamlar gibi ustaca başından tutup sonuna kadar silkeleye silkeleye anlatıp tüm taşlarını dökmek isterdim. Lakin bunun için sabit bir akıl gerekir. Fikir değil, akıl. Aradaki farkı bilelim. Sabit fikir düşünemeyen, bir çeşit idraksızlık hali. Sabit akıl gelip geçen akımlara, fikirlere, ve tabii güzellere, tabi olmayan, başladığı noktayı bilen akıldır. Yukarıda bahsettiğimiz olay. Hayat her daim bir hengame olması ve yirmi birinci yüzyılın her türlü bilgiyi sanatı kültürü ve dahi her çeşit melekeyi birbirine bağlayan yapısından mütevellit zaten yeni şeylere son derece açığız. O kadar açığız ki savunmasızız. Zihin dünyamıza takılan her şey kendine bir yer buluyor. Benliğimize çarpan her şey karakterimizde kendine bir pay alıyor. İyi kötü demeden, yoğun bir etkileşim içindeyiz.

                            

    Bu etkileşim içinde insanın kendini kaybetmesi ve yozlaşmaya başlaması, hissedilen kaybolmuşluk ile de huzursuz hissetmesi birbirlerini tetikleyen hadiseler. Çünkü günümüz gençliğinde kendisine takılan her şeyi bir düşünce eleğinde süzüp analiz edecek akıl yok. Evet yok. Bazıları benim eleğim var diye düşünüyor olabilir. O elek sizin kendi aklınızla tellerini ördüğünüz elek mi yoksa o da mı gelip geçerken birinin elinize tutuşturduğu elek mi bunu düşünmek lazım. Kimin akıl süzgeciyle düşünüyorsunuz?

Süzgeci de süzgeçten geçirmek, insanı kendi benliğinden bile geçirip en nihai özüne getirmek için yoğun bir bağlılık gerekir. Kendinize giden yollarda ne kadar köklü olursa olsun yabancı menşeili otları koparmak ve yolun gerçekten nereye gittiğini görmek; Yaratıcıya.


Bağlılık, aşkın aşık olduğu, alışkanlıktır. İnsan sevdiği şeylere bağlanmayı alışkanlık haline getirir. Bu yüzden insanın kendini keşfederken alışkanlıklarını bulup benliğini burada araması kaçınılmaz bir hatadır. Hissiyatın ağır bastığı bu tip vakalarda insanın, terazisinde akılın durduğu keseyi güçlendirmesi gerekir. Böylece, tefekkür gözü açılan benlik alışkanlıklarından daha rahat kurtulur. Bir başka deyişle, neyi neden yaptığını bilen insan yaptıklarını değiştirme gücü elde eder.

Bağlılık her zaman değiştirilmesi gereken bir şey de değildir. Olması gereken bağlılıklarımız da vardır ki bunları bizi temelde insan genelde de birey yapar. Lakin bu demek değildir ki bunları tefekkür etmeyeceğiz. Bilakis, bunların üstüne daha çok düşeceğiz ve biz tefekkür ettikçe onlar haklılıklarını ortaya çıkaracak, böylece sağlıklı ve yararlı olan bağlılıklarımıza hem meşru bir temel vermiş olacağız hem de büyüyüp serpilmeleri için geniş bir mana tarlası ekmiş olacağız.

Bu kadar da değil. Besleyip büyüttüğümüz bu güzel bağlılıklarımız bizi ayakları yere basan bir insan yapacak. Sonra, o bağlılıklarımız bizi kuşatıp koruduğu zaman bahsi geçen yirmi birinci yüzyıl hengamesinde yürümeyi öğretecek. Yeni bir şeye maruz kaldığımız zaman onu nereye koymamız gerektiğini bileceğiz. Bize iyi olanları benliğimize katarak kendilik sınırımızı genişletecek, zararlı olanları da def ederek bireysel değerlerimizi korumamızı sağlayacak.

                                  individualism ile ilgili görsel sonucu


Sonra?

Sonrası hayat. Yaşamak. Özgürce yaşamak.

-Emre Erdoğdu








Yorumlar