İnancınızda Rasyonel misiniz? - Bilişsel Zıtlık Teorisi 2

      Bir yazar olarak amacım dolap altlarında unutulmaya bırakılmış ama insani dereceden mühim gördüğüm meseleleri irdelemek olduğu için, ve bu yazının konusu herkesin kendi içinde yaşamaya çalıştığı bir mesele olduğu için başlamadan önce bildireyim. Evvela ağır eleştiri içerecek bu yazı, kendi zihin dünyasının sütunları sallantıda olan insanları kızdırabilir. Açık fikirli olduğunu düşünen değil açık fikirli olduğunu bilen okurlara hitap ediyorum sözün kısası. Bundandır ki yazarı sadece bir anlatıcı olarak konumlandırıp asıl irdelenecek olan noktaya kendinizi koyarak okuyun. Tamam?


                                 okay? gif ile ilgili görsel sonucu

İkinci olarak da bu yazı serinin ikinci yazısı olduğu için ve konuyu anlamak için bilişsel zıtlık teorisinin ne olduğun öğrenmek için serinin ilk yazısını okumanız lazım gelir. İlk yazıyı okumak için tıklayın.


İlk yazıyı okumadığı halde bağlantıya tıklamayan parmaksızlar ve okuduğu halde hatırlamayanlar için kısaca özetleyelim. Bilişsel zıtlık teorisi bireyin davranışlarının ve düşüncelerinin çatışma içinde olamayacağını, olması halinde, düşüncelerin hareketlerin paraleli bir nokta istikametinde değişim geçireceğini savunur. Dr. Festinger'in teorisidir ve bunu bir deneyle ortaya koymuştur. Ayrıntısını isteyenler için işte orada duruyor bağlantı.

Yani her insan nihayetinde özü sözü birdir. Dahası, insan kendi içinde rasyoneldir, rasyonel kalmak ister. Yaptıklarına ve hayatına meşrutiyet kazandırmak ister. Belki psikolojik bir savunma mekanizmasıdır, insan çatışmadan kaçınır.

Bu yazıda da din konusunu bu bağlamda inceleyeceğim. Yazarınız muhafazakar bir Müslüman olduğu için de tabii ki anlatacağım din İslam olacak. Gayrimüslimleri pistten almamıza gerek yok ama, bizim kapımız herkese açık.

     İslam, kurucu metinleri olan Kur'an ve sünnetten doğan, batılıların anladığı gibi sadece Tanrı ve İnsan arasındaki bağlamı değil, bilakis Tanrı-İnsan-Tabiat kısaca yaratıcı ve yaratılan (Vücud- mevcud) arasındaki her türlü etkileşime bir ahlak getiren tümel bir yapıdır. Bir karıncaya karşı nasıl tavır takınmanız gerektiğini öğrettiği gibi nefis sahibi insanın özgürlük arayışında sınırı ne olmalıdır gibi felsefe dünyasını imar eden konuları da kapsar. İslam  yaşamaktır. Yaşayan her varlık, zihin dünyasında daha özgür, madde dünyasında daha kısıtlı, İslam'ı yaşar. Gerek İslam'ı yaşar, gerekse İslamsızlığı. İslamiyet de kelime manası olarak teslimiyetten geldiği için iman esasında teslim olmaktır. Sınırlara teslim olmak. Kabul etmek. İslamla şereflenen kişi, Müslüman, yaşayacağı hayata bir ahlak ve ölçüt getiren kişidir. Çünkü o teslim olmuştur. İnsanın sınırlı maddiyat ve idrak gücünün farkındadır. Sınırlı idrakine sonsuz gelen hayat olasılıklarına ve seçeneklerine bir istikamet kazandırmak, yani manayı kazanmak için İslam'a teslim olur. Müslüman tam olarak budur. Gayrimüslimler için de bu mana kazandırma çabası vardır. Mesela Tanrı'yı öldüren Nietzsche için bu ölçüt insanın kendisidir. Hatta daha da ileri gidip şunu söyleme cesaretini kendimde görüyorum. Manasızlık da bir manadır. Sıfırın da bir sayı olması gibi. Yokluk dediğimiz meleke varlık ölçütü üzerinden tanımlanır. Yokluk direkt yoktur. Varlığın idrak edilemeyen kısmı idrak eden için yokluktur.



Bu, yukarıda bahsettiğim iman anlayışı tahkiki imandır. Hakikat kökeninden gelen, araştırıp öğrenerek yapılan iman. Yaygın olan iman ise taklidi imandır, gördüğümüz ve uyguladığımız iman. Haramın haram olduğunu sorgulayıp bulan değil, çoğunlukla aile üzerinden aktarılan kültür, gelenek ve alışkanlık üzerinden kabul eden imandır bu. Peki taklidi iman yeterli midir? Asla.

Konu psikolojiden çıkıp Teolojiye kayıyor gibi gelebilir o yüzden şöyle özetleyelim:

1)Bireyin fikirleri ve hareketleri birbiriyle çelişemez.

2) Müslüman fikir dünyasına ölçüt olarak İslam'ı seçmiş, hakikatın İslam olduğuna inanmıştır.


Böylelikle şu sonuca ulaşıyoruz. Müslüman kişi fikir dünyasında İslam'ı seçtiği için İslam'ın dışında kalan bir harekette bulunamaz, haram işleyemez, yanlış yapamaz.

Ha, komik mi geldi? Bayağı komik. Çünkü bu tanıma uygun bir Müslüman aramaya kalksanız, yahut kendinize eh ben ne kadar Müslümanım o zaman diye sorsanız alacağınız sonuç gülünç ve absürt çıkıyor. Çünkü böyle teorik bir tanıma uyan Müslüman çok çok az belki de hiç yok.

Bana gavur mu dedi bu yazar diye düşünmeden önce izah edeyim. Teoride böyle olan durum pratiğe geçerken insan kusurlu bir varlık olduğu için deforme olup ortaya izah edilmesi gereken bir takım haller çıkarıyor. Açıklıyorum;


İnancımız eksik arkadaşlar. İşte kapı gibi izah. Bir şeyin yanlış olduğunu bildiğiniz halde yapıyorsanız bunun yegane sebebi aslında o yaptığınız şeyin tamamen yanlış olduğuna inanmadığınız için. Çünkü kusursuz bir seviyede inansaydınız yanlış yapmazdınız.

Yanlış yaptınız, ama hala da inanıyorsunuz. Eh o zaman ne oluyor? Yaptığınız şeyin yanlış olmadığına inanmaya başlıyorsunuz. Çünkü rasyonel olma güdünüz sizi buna itiyor. Hz. Ömer ne diyor; İnandığınız gibi yaşamazsınız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.

Yanlış olduğunu biliyordum ama beni buna iten yan etkenler vardı diye bahane bulabiliriz. Bu geçerlidir de. İnsan dış etkenlere fazlasıyla açıktır. Geçerli bahanenizin altındaki sebebin de inancınızın zayıf olmasıdır, çünkü bahaneler eylem, inanç zayıf olduğu için, yapıldıktan sonra ortaya çıkar diyerek bu noktayı burada çürüteyim.

Burada hepinize gavur muamelesi çekmiyorum. Zaten öylesi--!??

...

Yazar kendini soyutluyor gibi durmasın, yukarıda zikredilen sorunlar ve varsayımlar yazarın bizzat kendisini incelemesinden gelmektedir. Zira ne demişler, başkasını bilen bilgi edinir kendini bilen aydınlanır.


           drop the mic gif ile ilgili görsel sonucu

Bu meseleler yazmak için ciddiyet gerektirir zira mesele ciddi dava büyük. Lakin blog yazsında ne kadar ciddi olayım? Fanzin yazıyoruz nihayetinde.  O yüzden, hafif tuttuğum üslup konunun derinliğinde sırıtıyorsa affola. Bir kaç düşüncemi paylaşmaktı niyetim.

Sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.

-Emre Erdoğdu.













Yorumlar