Akıl Sabitleme Çabası 1



Düşünme eyleminin kutsallığı üzerine yazarak bu seriye başlıyorum. Düşünmenin bizi var ettiği felsefesine kendim katılsam da, şöyle farklı bir taraftan yanaşmak istiyorum. Düşünmek yokluğu eler, yani yok (boş) olan zihin haznesini doldurur. Fikirler yer kaplamaya başlar. Yokluğun payı azalırken, varlık katlanarak artar. Varlık idrakini yavaş yavaş öğrenen zihnimiz yeterli kapasiteye erişince ilk önce kendi varlığını fikir eder. Böylece kendini var kılmış olur. Yani düşünmek var kılmanın saiki (nedeni) olur. Düşünen insan vardır. Düşünmeyeni insan,başka insan onu düşündükçe vardır. Galaksinin ıssız bir köşesinde karanlıkta süzülen bir insan, eğer kendin varlığını düşünüyorsa vardır. Şehrin en kalabalık saatinde merkezde dikilen bir insan kendi varlığını idrak edemiyorsa yoktur. Var olmak içeride başlar.




Varız ama neden varız? Ne kadar varız? Herkes aynı derecede mi var? Hayır. Herkes aynı düşünmediği için aynı varlık derecesine de haiz (sahip) değildir. Misal Buda'nın hikayesi düşünme sanatını merak edenler için harika bir örnek teşkil eder.

Siddharta ismiyle Hindistan'ın en asili olarak sefa ve bolluk içinde yaşamak bir gün yeterli gelmedi ve Siddharta her daim içinde yaşadığı şaşalı sarayından çıkıp Dünyayı gezmek istedi. Tabii ki ömrü saraylarda geçmiş bir asil için halkın içinde yaşadığı acı hastalık ve sefalet Siddharta'yı şaşkına çevirdi. Bir yalanın içinde yaşadığını idrak ettikten sonra gerçeklik adı verilen yalandan arınmak için kendine en temel soruları sormaya başladı. Biz kimiz? Neden buradayız? İyi nedir, kötü nedir? Rivayete göre bir ağacın altında kırk dokuz gün kırk dokuz gece hareketsizce oturduktan sonra tamamen dünyevi algılardan uzaklaşıp Buda'ya dönüştü. Buda, aydınlanmış olan. (Andrew Marr's World History)

                                   


Kırkını aşan herkes ani aydınlanmalar yaşamadığına göre herkes sabit bir parametresi olan düşünme serüveninden geçmiyor demek ki. Bireysel ve şahsi. Benim düşünceme göre düşünmek tamamen mantık işidir. Rasyoneldir. Duyguyla düşünmek aslında düşünmek değil düşünmenin çarpıtılmasıdır. Aklımızla düşünürüz, kalbimizle değil. Düşünmenin bu önemli noktası beni başka bir şeye düşünmeye itiyor. Her şeyin bir sebebinin olduğuna. Her şeyin arkasında şekillendirici bir düşünce olmalı. Bu tez belki size evet zaten öyle dedirtebilir ama maalesef birçok kişi bunu sadece farkında kalmakla yetiniyor. Yaptığımız en küçük işlerin bile arkasında bir düşünce yattığını biliyoruz ama bu düşünce nedir ve nasıl çalışır bunun üzerine kafa yormuyoruz. Bir iki basit örnekle ben bunu neden yapıyorum diye düşünüp ulaştığım cevapları yazmak istiyorum. Şuan içmiyorum ama bir süre, yaklaşık iki hafta, sigara içerken beni sigara içmeye iten nedir diye düşünmüştüm. Herkes için farklı sebebi olabilir ama kendi fikrimi göre sigara içmek tamamen her gencin içinde olan yetişkin olma hissiyatının tatmini için. Bir nevi mental tatmin. 

                                                    




Bu durumda ne yapmalıdan ziyade ne yapmamalı demeliyiz. Üstte örneklendirdiğim düşünceden uzaklaşmak ya da düşünmeyi ikinci plana atmak gibi örnekler bir uçsa diğer uçta fazla düşünmektir. Düşünmenin verdiği hazzı ve mutluluğa kendini kaptırmak, her şey üzerine düşünmek, ufak detaylara ayrıntılı rapor çıkarmak, bir yirmi birinci yüzyıl hastalığı olarak, en yaygın hatalarımızdan. Buna bir de insanın kendi aklına her seferinde farklı bir kapıdan girdiği için kaybolması eklenince etrafta kendi varlığı içine gömülmüş daireler çizerek yürüyen gençler peyda oluyor. Bir çoğu akıl mekanizmasının sınırlarını zorlayarak yeni bir şeye, bir çıkışa ulaşmaya çalışıyor.

                    

Bu akıl karmaşasının en temel nedeni, fikrimce, insanın olmak istediği kişiyle olduğu kişi arasındaki çatışmadır. İşte bir örnek;

Someone once told me that human beings have three

dimensions: how you see yourself, how others see you, and how you want others to see you. The closer the distance between the three dimensions, the more at peace you are and the more stable you become.



Marwa Rakha, The Poison Tree

Çevirisi: Bir keresinde biri bana insanoğlunun üç boyutu olduğunu söyledi: kendini nasıl gördüğün, öbürlerinin seni nasıl gördüğü, öbürlerinin seni nasıl görmesini istediğin. Bu iç boyut birbirine ne kadar yakınsa o kadar huzurlu ve o kadar sabitsindir.

Yani, biz kim olduğumuz, kim olmak istediğimiz, insanların bizi ne olarak gördüğü üzerine çok düşünüyoruz. Bu düşünceler bir yerden sonra bizi tıkıyor ve kendine yabancı, aklı dünyevi algılarla tıkanmış çok dolu ama aynı zamanda çok boş birine dönüşüyoruz. Hiç bir şeyimiz tam olmuyor. Aklımızı dolduran bu karmaşaya es kaza bir şey ekleyebiliyoruz. Bir şiir okuyoruz ya da bir müzik dinliyoruz ve bir an içinde olsa aklımız sabitleniyor ve artık bir şeyler yapabilirim dedirten bir öz güvene sahip oluyoruz. Kimileri bu öz güveni muhafaza edebiliyor ama büyük çoğunluk karmaşanın bu aniden gelen aydınlığı ezmesine engel olamıyor. Böylece yaptığı her işi yarım kalan bir nesil yetişiyor. Bu yazıyı da bu konuya dikkat çekmek için yazıyorum. İnsanlar nasıl ve ne üzerine düşünmesi gerektiğini bilmiyor. Ya da bahsi geçen iki uçtan birine kaydıklarını fark edemiyorlar. Yargılayamayız tabii. Aklı sabitlemek zor iş ama en azından bundan sonra kendinizi kendinize gömülmüş veya kendi aklına yabancı birine dönüşmüş biri olursanız bu yazıyı hatırlayın. Düşünmek de yaşamın her noktası gibi tamamen denge işidir.


Son olarak, bu kadar sıkıntı yazdıktan sonra çözümünü de yazmak isterdim ama bu kadar derin ve bireysel bir meselenin çözümü nedir, hatta çözümü var mıdır bilmiyorum. Sanırım yaşadıkça gelişen bir beceri bu aklı sabitlemek. Tabii bulan olursa bizi de aydınlatsın da bir Buda da bizden çıksın.

Yorumlar